PELİTÖZLÜ ÂŞIK VE HRİSTO
Tesadüfî bir tren yolculuğu seyahatlerimizden biriydi. Hava iyice alacalanmış, şimalden garba doğru hafiften bir yel salınmaktaydı. Afakî düşüncelere dalarak, Bilecik Tren İstasyonu’ndan Ankara yönüne hareket edecek olan buharlı trenimizin istasyona avdet etmesini bekliyordum.
Yorucu bir gün sonuydu. Günün yorgunluğundan mı nedir bilinmez, ayaklarımızın ısrarına dayanamadım ve istasyonun dış kapı girişinde bulunan tahta banka doğru yöneldim. Bankta, kılık kıyafeti düzgün, başında fötr şapkası olan, orta yaşın biraz üstünde olduğunu tahmin ettiğim ve sonradan adının Mustafa, köyünün ise Pelitözü olduğunu öğrendiğim bir şahıs oturuyordu. Ufak bir baş selamlamasını müteakip kendisinden müsaade isteyerek yanına oturdum. Ayaklarımın sızısı isyan eder derecedeydi. Ayaklarımın derdini bertaraf etmeye çabalarken Pelitöz’lü Mustafa birden hasbıhale başladı.
— Hemşerim hayrola oldukça yorgun görünüyorsun! Ayaklar artık götürmüyor anlaşılan?
— Teşekkür ederim. Gün boyu epey yoruldum sayılır, sızıları dinmek bilmedi mendeburların.
— Bilecikli misiniz?
— Evet. Çayköylü Hüseyin derler bana.
— Memnun oldum. Bende Pelitözü köyünden Mustafa. İstanbul’da yaşıyorum. Köyümü özledim, bir o kadar da anılarımı tazelemeye gelmiştim. Belki kalırım diye düşünmüştüm ama bir müddet sonra geri dönmeye karar verdim.
— Hayırdır! Pek iç açıcı konuşmadınız.
Karşı tepeleri eli ile göstererek;
— Beyim. Yıllar öncesi bu topraklarda hoşnutluk, beraberlik, kardeşlik hüküm sürermiş. Her yer dut ağacı, her ev dokuma tezgâhı ile dolu, dut pekmezsiz sofra, dut pekmezsiz şıra olmazmış. Şimdi öylemi ya! İn cin top oynar vaziyette. Tarlalar, bahçalar bomboş, her yanı karaçalı bürümüş vaziyette. Düşündükçe babamın anlattıkları gelir hep aklıma.
— Babanız size ne anlattı ki?
Pelitözlü Mustafa bir an için başını yana doğru çevirdi, gözlerini kapattı ve babasının yaşadıklarını hafif yaşlı gözler altında anlatmaya başladı.
— “Ne anlatmadı ki hemşehrim. Babam Kurtuluş Savaşı esnasında Yunan’a esir düşmüş. Galiba son işgal de olmuş, her ne olduysa. Babamı Atina’ya götürmüşler ve bir kampta esir tutmuşlar. Babam özgürlüğüne düşkün bir adamdı. Esir kampında da pek rahat durmamış. Sürekli kaçmaya çalışmış fakat son kaçma teşebbüsün de yakayı ele vermiş. Ceza olarak kampın hapishanesine atılmış.
Pelitözlü Mustafa’nın gözü bir an istasyonun karşısında ki yamaçlara öylece daldı. Kısa süreli bir sessizlikten sonra anlatmağa devam etti.
— Köyde Rumlarla birlikte yaşadıkları için babamın çok Rum arkadaşı varmış. Rum arkadaşları babama Âşık lakabını takmışlar. O günden beri babamı; Türkü, Rumu bilinen o hep takma adı ile Âşık olarak çağırırlarmış. Babam, esaret nedeniyle Atina’da kampta iken bir de ne görsün Pelitözü’nde ki köyden çocukluk arkadaşı Hristo, Türk esirlerin başında nöbet tutmasın mı?
Babam, Hristo’yu görünce eski dostluklarını hatırlayıp yüksek sesle takılmış;
— Ülen Hristo! Burada ne işin var, bu ne hal?
Sesi tanıyan Hristo, babama doğru şaşkınlıkla biraz da eski bir tanıdığın sesini duymanın heyacanı ile sesin geldiği yöne dönmüş, karşısında Âşık’ı görünce tebessümle;
— Âşık bu sen misin?
— He ya! Tanıyamadın herhal. Ne arıyorsun sen burada?
— ‘Sus! Yavaş ol, duyacaklar! Yunanlılar, Bilecik’i işgal edince bizi topladılar. Biz gibileri, kendilerine asker yaptılar. Aman Âşık beni tanıdığını kimse bilmesin, yoksa beni döverler yoksa!’, demiş.
Hristo’nun nöbetçi olduğu günler de Babam ve çocukluk arkadaşı Hristo gizli gizli konuşuyor, geçmiş günleri yâd ediyorlarmış.
Hristo’nun nöbetçi olduğu bir gün babam Hristo’ya;
— Hristo, yetti gayrı bu mapusluk. Beni buradan kaçır
— Ülen Âşık burada her şey çok sıkı, Arkadaş seni nasıl kaçırayım de hele.
— O zaman! Bana şu kasaturanı ver.
— Kasaturamı ne yapacaksın. Yoksa beni mi öldüreceksin?
— Hayır, sen kasaturayı ver, ben onunla tuvaletin etrafındaki tahtaları sökeceğim. Oradan kaçabilirim.
— Bak Âşık, benim nöbetçi olduğum gün kaçmayacağına ve kasaturamı geri vereceğine söz verirsen geçmiş günlerin hatırına istediğini yaparım.
— Senin nöbetçi olduğun gün kaçmam, kasaturanı da geri vereceğim. Söz! Ülen Âşık sözü deyom. Hiç mi hatırımız yok. Anam da beraber yediğimiz peynirli gözlemelerin de mi hatırı yok ülen!
Hristo, Âşık’ın ısrarlı teklifi karşısında önce tereddüt etmiş. Olmaz dese de geçmiş günlerin ve babamın sürekli ısrarları karşısın da kasaturasını vermek zorunda kalmış.
— Al vre al! Hatça deyzenin peynirli gözlemeleri hatırına haaa! Bak Âşık! Bunlar senin üzerinde çok duruyorlar, gözleri hep senin üzerinde. ‘Bu adama dikkat edelim yoksa kampta diğer esirleri etkileyip, olay çıkarabilir.’, diyorlar. Aman dikkatli ol!
— Meraklanmayasın sen gardaşım.
Babam, kasaturayı geri verme sözü ile alınca, tuvaletin tahta zemini gizli gizli kasatura ile kanırtarak gevşetmiş. Nihayetinde tahtaları çivilerinden tam çıkarmamış fakat tahtaları iyice gevşettiği için eliyle çekip tahtayı çıkarabilecek duruma getirmiş. Bu işlem yaklaşık bir hafta kadar sürmüş. Tuvalet bölümünden dışarı çıkabileceği kadar bir delik açarak tahtaları iyice gevşetmiş. Hristo, kasaturasız olduğunu anlamasınlar diye kendisine başka bir yerden kasatura temin etmiş, ama korkusundan sürekli istavroz çıkarıyormuş. Babamın işi bitince söz verdiği gibi kasaturayı Hristo’ya geri vermiş. Babam, bir gece vakti fırsatını kollamış ve önceden gevşetmiş olduğu tahtaları eliyle çekerek, hapishanenin tuvaletinden kaçmış. Kaçma teşebbüsü sonrası Hristo’nun kendisine söylediği sözleri hatırlayınca da:
— ‘Acaba beni takip mi ediyorlar?’, diye endişelenmeye başlamış.
Gecenin zifiri karanlığında bir müddet kampın biraz uzağında mola vermiş, havanın biraz ışımaya başlamasını beklemiş. Bir müddet sonra da yakınlarda ki şehrin insanlarının arasına karışıp, kamptan iyice uzaklaşmış. Devamlı yürümüş, oraya buraya uğramış, kâh çalışmış, kâh yardım görmüş, meşakkatli bir yolculuktan sonra, bir ay gibi bir zaman içinde Pelitözü’ne yani köyüne ulaşmış.
Köye geldiği zaman bir de ne görsün, köy bomboş. İn, cin top oynuyor. Yunan işgali sırasında köylü her bir tarafa dağılmış. Savaş bitmiş bitmesine ama köylüler daha köylerinde toplanamamışlar. Köyün çevresinde ise aylak, avare çeteler türemeye başlamış. O zamanlar asayişi kontrol edecek devlet güçleri olmadığı için bir süre meydan çetelere kalmış. Böyle çetelerden biri etrafta başıboş gezen babamı görünce yakalamış. Ahvalini sormuş. Babam olan biteni başından geçeni çete reisine anlatmış.
Çete reisi babama,
— ‘Bundan gayri yok bizim için çalışacaksın!’, diyerek babamı yanlarına alıp Harmankaya’ya doğru götürmüşler.
Savaş sonrası ortalık durulunca, köyünü terk edip oraya buraya göç etmiş olan köylü yavaş yavaş Pelitözü’ne gelmeye başlamış. Köy’de yaşam eskisi gibi tekrar normale dönmüş. Babam, çeteye katıldığından beri hep köyünün ahvalini sorar dururmuş. Köyün tekrar canlanmış olduğu haberini duyan babam bir fırsatını bulup çetelerin elinden kurtulmuş. Ve nihayet köyüne gelmiş. Bu arada yeni kurulmaya başlayan Cumhuriyetle birlikte vatan topraklarında genel asayiş de düzelmeye başlamış.
Aradan uzun yıllar geçmiş. Dargınlar barışmış, küskünlükler unutulmuş. Yıllar sonra bir gün Pelitözlü Hristo, hem köyünü özlediğinden hem de arkadaşı Âşık’ın yaşayıp yaşamadığını merak ettiğinden olsa gerek köyünü ziyarete gelmiş. Hristo, köye gelir gelmez ilk işi babamı sormak olmuş. Doğru köy kahvesine gitmiş.
— Âşık nerede?
Köy kahvesindekiler düzgün Türkçe konuşan bu yabancıyı önce tanıyamamış fakat içlerinden yaşlı bir köylü Hristo’yu tanımış. Yıllar sonra karşılaşan bu iki arkadaş, kucaklaşmışlar. Yaşlı köylü Âşığın yaşadığı evi tarif etmiş, kendisine eşlik edebileceğini söylemiş.
Hristo;
— Yok, sağ ol gardaşım! Ben kendim köyümü bir dolaşayım isterim.
Hristo’nun isteğini makul karşılayan yaşlı köylü,
— “Nasıl istersen gardaşlık.”, diyerek Hristo’yu yalnız başına bırakmış.
Hristo, doğduğu, çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği köyü gezdiğinde yıllar önce ki köyünün yerinde yeller estiğini görmüş, epey hüzünlenmiş. Kahvede ki yaşlı köylünün gösterdiği kerpiç sıvalı evi bulmuş. Tahta kapının tokmağını birkaç kez vurmuş. İçeriden yaşlıca bir adamın sesi duyulmuş.
— Patlama geliyoz ülen, kenefte de rahat yok insana!
Babam, dış kapıyı aralar aralamaz karşısında düzgün kıyafetli birisini görünce önce şaşırmış. Fakat Hristo’nun gülen gözlerinden onu hemen tanımış. İki çocukluk arkadaşı gözyaşları içinde sarılmışlar. Hristo, köyde bir hafta kadar misafir kalmış. Hristo, her defasında babama,
— ‘Âşık, sen nasıl kaçabildin hayret ediyorum?’, deyip dururmuş.
Babam; bir ara Hristo’ya,
— ‘Yunanistan da yaşamaktan memnun musun?’, diye sormuş.
Hristo; bu soruya karşılık vermeden önce derin ah çekerek,
— ‘Yunanistan’da ne Yunan ne de Türk olabildik gardaşım.’, diye karşılık vermiş.
Bu iki eski dost ne yazıktır ki bir daha hiç buluşamadılar. Babam, kadim dostu çocukluk arkadaşı Hristo’yu hiç unutmadı. Yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarını hiç tutamazdı!”
Not: Yukarıda anlatılanlar gerçek bir yaşam öyküsünden alıntıdır.
Bir Pelitözü’lü olarak soluksuz okudum… Kim bilir daha nice hatıralar vardı.
Zamanında kayıt altına alınan hikayeleri sizlerin sayesinde okuya biliyoruz… Teşekkürler