Kadınlar da kışın erzak taşıdı
Yatakları toprak idi, taş idi
Yedikleri tuzsuz, yağsız aş idi
Beşikleri sırtta birer kahraman
Kastamonulu Kondüktör Riza Bey
Ağustos ayı milletimiz için zaferler ayıdır. Anadolu’yu yurt edinmemizi sağlayan Malazgirt zaferi; Anadolu Türk-İslam birliğini temin ettiğimiz Çaldıran zaferi; bütün dünyaya huzur, güvenlik ve barış getiren Mercidabık zaferi bu aydadır. Özellikle 30 Ağustos 1922 tarihinde Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Dumlupınar’da başkomutanlığını yaptığı ve büyük bir zaferle sonuçlanan milli mücadelenin büyük zaferi Büyük Taarruz yine bu aydadır.
Bu zaferin kazanılmasında kadınlarımızın çok önemli yararlılıklar gösterdiği ise hepimiz tarafından bilinen bir gerçektir. Bu elleri öpülesi kahraman analarımızı kısaca anımsatmak gerekirse:
Erzurumlu Kara Fatma (Fatma Seher), Ayşe Hanım, Kara Fatma Şimşek (Yemine Vardarlı), Adanalı Hatice Hatun, Tayyar Rahmiye, Haçınlı Melek Hanım, Tarsuslu Kara Fatma, Gaziantepli Yirik Fatma, Mudurnulu Fatma Kadın, Nazife Kadın, Kastamonulu Halime Çavuş, Gördesli Makbule ve Asker Saime Hanım mücahit kadınlarımızdan sadece bilindik olanlarıdır.
Düşman işgaline üç kez maruz kalmış, neredeyse üçte ikisi yok olmuş, neredeyse tüm geçmişi silinmiş Şeyh Edebali’nin emaneti Bilecik’imizde de kâh cephe gerisinde kâh cephenin ön saflarında vatan savunması için canlarını hiçe sayarak kahramanca savaşan mücahit kadınlarımız vardır. Bunlardan birisi de Kırk Arabalık Nakliye Kolu Kumandanı Bilecikli Ayşe Çavuş’tur.
Pek ala, kimdir bu Bacıyan-ı Rumların son temsilcilerinden biri olan Bilecikli Ayşe Çavuş?
Ne acıdır ki kendisi hakkında aşağıda yazılanlar ve onun olduğu düşünülen bir fotoğrafı dışında başkaca hiç bir bilgiye ulaşamadık.
Bilgilendirme Notu: Semyon İvanoviç Aralov’un 1960 yılında yazdığı, ‘Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922-1923 isimli eserin Rusça basılı asıl nüshasında, Kurtuluş Savaşı’nda önemli bir yeri olan Bilecikli Ayşe Çavuş ile birlikte bir çocuğun idare ettiği kağnının resimlerinin bulunduğu ifade edilmekle birlikte bu resmin Bilecikli Ayşe Çavuş’a ait olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi elde edilememiştir.’ ifadesi yer almaktadır.
Bilecikli Ayşe Çavuş’un fotoğrafı Rus Diplomat Semen İvanoviç Aralov’un eserinin Rusça aslında vardır (Moskova, 1960, s. 151, 153); Hasan Ali Ediz tarafından Türkçe’ye tercümesinde bunlara ve başkaca resimlere yer verilmemiştir.
Ayşe Çavuş hakkında bilgi veren ender yazarlardan biri Sevinç Çokum’dur. Çokum ‘Ağustos Başağı’ isimli romanında Bilecikli Ayşe Çavuş hakkında kısa bir bilgi paylaşmış ve romanının bir bölümünü Ayşe Çavuş’un hayali bir öyküsüne ayırmıştır.
Bilecikli Ayşe Çavuş’tan bahseden ve fotoğrafını yayımlayan diğer bir yazar ise Fevziye Abdullah Tansel’dir. Tansel, “İstiklal Harbi’nde Mücahit Kadınlarımız” isimli eserinde Bilecikli Ayşe Çavuş ile ilgili şu bilgilere yer vermektedir.
“Ordumuzun yegâne kadın askeri Halide Onbaşı değildir. Kırk Arabalık Bir Nakliye Kolu Kumandanı olan Bilecikli Ayşe Çavuş ile kâmilen kadınlardan mürekkep olan diğer kollar ve Adana’da yararlığı görülen Adile Çavuş gibi daha nicelerini zikretmek icap eder.”
Tansel aynı adlı eserinde Bilecikli Ayşe Çavuş hakkında ayrıca şu bilgileri paylaşır.
“Semyon İvanoviç Aralov’un 1960 yılında yazdığı, “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922-1923” isimli eserinin Rusça basılı asıl nüshasında Kurtuluş Savaşı’nda önemli bir yeri olan Bilecikli Ayşe Çavuş ile birlikte bir çocuğun idare ettiği kağnının resimlerinin bulunduğu ifade edilmekle birlikte bu resmin Bilecikli Ayşe Çavuş’a ait olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi elde edilememiştir.”
Bu kahraman Türk anasını hem hatırlatmak hem de sosyal medya da fotoğrafını ilk kez yayımlamak maksadıyla kaleme aldığımız bu yazımızda birde tarafımdan yazılan Bilecikli Ayşe Çavuş’un hayali bir öyküsüne yer vermek istedim.
“1921’de Temmuz’un onundan yirmi beşine kadar süren Kütahya – Eskişehir savaşında ordumuz, teşkilatça noksan bulunduğu halde üstün kuvvetteki düşmanı adım adım zedelemiş Eskişehir’in doğusunda ve tiren hattı tarafındaki taarruzlarıyla düşmanı Eskişehir’e kadar sürecek birçok kayıplara uğratmıştır. Sol cenahta bulunan Milli Güçler’in de karşı koymasıyla birlikte düşmanın Sakarya’ya doğru ilerleyişi önlenmiştir. Bunu fırsat bilen Milli Güçler 26 Temmuz’da Sakarya’nın doğusunda toplanmaya başlamışlardır. Diğer taraftan İstanbul’daki gizli teşkilat gece ve gündüz çalışmaktadır. Maçka, Zeytinburnu vs. küçük depolardaki top, tüfek ve cephaneler, cesurane tedbirler alınıp Anadolu yakasına kaçırılıyor oradan da hayvan ve insan sırtlarında Ankara’ya naklediliyordu. Mehmet Nuri Efendi’nin reisi olduğu Bilecik Kuvâ-yı Milliye Cemiyeti’nin en önemli faaliyetlerinden birisini de silah sevkiyatları oluşturuyordu. İstanbul’da gizlice örgütlenen Kuvâ-yı Milliye grupları tarafından Anadolu’ya gönderilen silah ve cephane Geyve-Pamukova üzerinden Osmaneli’ne ardından Gölpazarı’na gönderiliyordu. Gölpazarı’na gelen cephane ise Türk analarının oluşturduğu katır kolları vasıtası ile cephe gerisine ulaştırılıyordu. Katır kolları komutanlarından birisi de Kırk Arabalık Nakliye Kolu’na Kumandanlık eden Bilecikli Ayşe Çavuş’tu. Osmanelili Rafit Ona tarafından tedarik edilen cephane ve silahlar Bilecik’li Ayşe Çavuş’un komutasında ki kırık kollu katır vasıtaları ile o zamanlar 85-90 haneden ibaret Gölpazarı kasabasına ulaştırılmış ve bu silahlar kasaba da bulunan Telgraf müdürü Ziya Bey liderliğindeki milis kuvvetlerine dağıtılmıştı. Bilecik’li Ayşe Çavuş komutasındaki kırk katırdan oluşan kağnı birliği, kasabasının merkezinde bulunan etrafı söğüt ağaçları ile bezeli suyu bol akan genişçe bir alanda kısa bir öğlen yemeği molası vermişti. Molanın ardından Osmaneli’ne tekrar yola çıkılacaktı. Alanın hemen karşısında bulunan küçük bir tepenin yanındaki kayada ki kaynaktan fışkıran su küçük çaplı ufak bir gölet oluşturmuştu. Küçük Gölet’in etrafı söğüt ağaçları ile çevriliydi. Kaynak suyun hemen yanında küçük bir çeşmesi vardı. Ayşe Çavuş, dişi kurda benzeyen bu kahraman kadın çeşmenin başına oturmuş, çıkınından çıkardığı azığını yemekle meşguldü. Mehmet Nuri Efendi, Bilecik’li Ayşe Çavuş’un yaptıklarını işitmişti. Ayşe Çavuş’un sırtında, her zaman giydiği kalın aba kumaştan dikilmiş, yakaları kürklü Alaman pardösesi vardı. Kendisi kadar meşhur kılıcını söğüt ağacına yaslamış, fişeklikleri ve mavzeri ise dizinin dibindeydi. Alnı kırış kırış olmuş, ela renkli kırçıllı gözlerinde keskin bir kurt bakışı hâkimdi. Kendisinden yaşça büyük olan bu kadının elini öpmek kendisi ile biraz da olsa hasbıhal etmek için yanına gitti. Ayşe Çavuş, başını kaldırdığında kendisini hayranlıkla seyreden genç müftü ile yüz yüze geldi. — Hayrola müftüm, gel otur yamacıma hele. Çıkınındaki ekmeği ve peyniri böldü. Müftüye doğru uzattı. — Bakma öyle. Seni tanımıyon mu sandıydın? Neler yaptıkların cümle âlemin dilinde. — Ver aba o mübarek elini bir öpeyim. — Olur, mu öyle? Tövbe tövbe. Koskoca müftü el öper mi heç! — Aba, yaptıklarını işitirim. Çok mühim işler başardın. Allah senden razı olsun. Bu vatan sana minnettardır. Hakkın ödenmez. — Müftü efendi. Karınca kararınca her kes bir koldan tutar. Benimkisini de Allah böyle kılmış. Yeter ki şu gâvurun eniği bu topraklardan def olup gitsin. — Doğru söylersin. Ayşe Çavuş ile Mehmet Nuri Efendi bir taraftan konuşuyorlar bir taraftan da birlikte ekmeklerini yudumluyorlardı. Bu güzel sohbeti kağnılardan birini idare eden Nayle bacının gür sesi böldü. — Ayşe ana haden yola çıkmıyoz mu? Osmaneli’nde bizi beklerler. Aşama galmayalım deyom, orada daha kağnıları yükleyecez gene. — Doğru deyverirsin Naile bacım. Haden öyleyse yolcu yolunda gerek. — Abam, Allaha emanet olasın. Beni unutmayasın. — Allaha emanet müftüm, sende. Ayşe Çavuş, oturduğu yerden kalktı. Çıkınını güzelce serpti. Fişekliğini boynuna, kılıncını beline taktı. Mavzerinin kayışını boynuna çapraz bağladı. Bahar mevsimi esen serin rüzgârın esintisiyle kağnılara doğru yürüdü. Gür sesiyle seslendi. — Bacılar, katırları koşuma hazırlayın. İstikamet Osmaneli! Mehmet Nuri Efendi, kağnıların gıcırdayan sesleri altında ağır aksak uzaklaşan kırk kadından oluşan kağnı araba kolu ile kahraman Türk analarının ardından baktı. Gözlerinden yaşlar damlıyordu.” |
Birinci İnönü’nden sonra bir kışta kıyamette
Çıkıp gelmiştim İstanbul’dan öksüz bir kıyafette
Ne vardı görmek isterdim, ne vardı bilmek isterdim
Bu millet kaynağından fışkıran azm-ü celadette!
***
Ne ulvi levhalar gördüm, ne mahzun sahneler gördüm
Bozuk yolda erkekten, kadından bir katar gördüm
Hilafım yoktur işhad eylerim Allah’ı, vallahi
Öküzlerle beraber yük çeken çok ihtiyar gördüm!
Dr. Hüseyin Suad YALÇIN
Allah mekanlarını Âli eylesin inşallah