Ayakkabı Bot ve çizme Günlük ayakkabı Bot ayakkabı modelleri Çizme ayakkabı Terlik ayakkabı Sandalet Babet Spor ayakkabı Topuklu ayakkabı İç giyim Mayo Çorap Fantezi giyim İç çamaşır takımları Sütyen Gecelik Pijama takımı Gece elbisesi Plaj giyim Giyim Büyük beden Tesettür Etek Trenckot tarz eşofman takımları bayan Mont Gömlek Pantolon T-shirt Sweatshirt Kırmızı elbiseler Ceket Çanta Çanta aksesuarlar Bebek bakım çantası Spor çanta Okul çantası Laptop çantası Portföy çanta Bel çantası Postacı çantası El çantası Sırt çanta Bebek bakım çantası Omuz çantası Atlet Külot Jartiyer Tanga Jüpon Body Büstiyer
Fatime Hanım, size klasik bir sorum olacak belki ama biz okurlarınız olarak sizi biraz daha tanımak istesek sizin bize kendinizi tanıtacağınız, tanımlayabileceğiniz bir mottonuz var mıdır?
Kendimi tanıtmaya geçmeden evvel burada bulunmaktan mutluluk duyuyor ve davetiniz için teşekkür ediyorum.
Ben doğma büyüme Siverekliyim. İlk, orta ve lise öğrenimimi Siverek merkez ve köylerinde bitirdim. Lisans eğitimimi Gaziantep Üniversitesi, Nizip Eğitim Fakültesinde tamamladım. Sosyal Bilgiler Öğretmeniyim. Şuanda ortaokulu okuduğum okulda ücretli öğretmenlik yapıyor, yazıyor ve sınava hazırlanıyorum.
Yazar olmaya nasıl karar verdiniz?
Yazar olmaya karar verdiğim zaman dilimini net olarak şöyle açıklayabilirim: Onuncu sınıfın bitimini takiben yaz tatilinde, kuzenim ve ablamla beraber dedemlerin evinde oturup yazarlık konusunda muhabbet ederken içimden ‘Ben yazar olmalıyım’ dedim. Aslında o güne kadar aradığım şey oydu. Zira o güne kadar üstünde düşündüğüm bir hikâyem vardı ancak onu kaleme almak gibi bir düşüncem hiç olmamıştı. O günden sonra yazacağım dedim ve yazmaya başladım.
12. sınıfın son döneminde, Türkiye genelinde düzenlenen TİMAV Geleneksel Hikâye Yarışmasında mansiyon ödülü aldım. Beşinci olmuştum ve bu benim dönüm noktalarımdan biri oldu.
Üniversiteyi bitirdiğim yılda yani 2021’de de ilk eserim ve ilk romanım olan Erihnâ’yı bastırdım.
Kişiyi yetiştiği ortamın ürünü kabul edecek olursak sizi nasıl bir ortam şekillendirdi?
Ben, Fırat Nehri’ne yakın dağların, tepelerin arasında; güneşin dağlardan doğup dağlardan battığı, Siverek’in en yeşil vadilerinde ve tarihi çok eskilere dayanan bir köyde büyüdüm. Büyüklerimden yaşadığım bölgenin hikâye ve efsanelerini dinleyerek bugüne geldim.
Aile ortamına bakacak olursak eğer anne: Zeki, aşırı çalışkan, güçlü, sevgi dolu ve çokta okuyan biri. Kitap sevgimin annemden geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Baba figürü ise: Bilgili, Anadolu erkeği gibi sevgisini fazla gösteremese de bunu hissettirmeyi iyi başaran, tarih bilgisi olan ve tarih konuşmayı çok seven biri. Hatta ailecek tarih konuşup tartışmayı çok severiz.
Ve aile ortamına daha genel baktığımızda, ailemde demokratik bir ortamın olduğundan söz edebilirim. Anne ve babamdan şu cümleyi hiç duymadım: ‘O erkektir yapmasın.’ Hayır gerektiği zaman evi süpürüp temizleyen, sofrayı – yatakları toplayan, bulaşıkları yıkayan vs. erkekler olur bizde. (Aynı işleri çoğunlukla erkek – kız beraber yaparız. Bu bağ-bahçe işlerinde de böyle.)
Ki bu yetiştirme tarzının babanın payı olmakla beraber annede bittiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Ve bu aile ortamına sahip olduğum için açıkçası çok şanslı olduğumu biliyorum. (Elbette küçük, büyük sorunlarımız oldu-oluyor lakin bu her ailede olan şeyler…)
Şu anda kaç tane kitabınız var?
İki eserim var. Erihnâ ve Sesimi Duyan Var Mı! Erihnâ ilk eserim ve bir roman. Sesimi Duyan Var Mı! ise bir öykü kitabı.
Bizlere ilk eserinizden bahsedebilir misiniz?
Memnuniyetle. Ben, Erihnâ için şu cümleyi kullanıyorum: ‘Düşünce olarak değil, eylem olarak ilk göz ağrım.’
Öncelikle Erihnâ ne anlama geliyor onu açıklayayım: İlk anlamıyla ‘Bizi rahatlat’ diğer anlamıyla ise ‘Bize göster’ manalarına geliyor. Kitapta ise ‘İyileştiğini bize göster’ anlamında kullandım.
Konusu: Erihnâ, ana karakterimizin lakabı ve kendisi kanser hastası. Ancak buna rağmen çok enerjik, çok mutlu, çok neşeli, deli dolu bir kız. Hatta hastanedeki tüm hastaları arkadaşı olarak görüp onlara umut olmaya çalışan biri. Fakat birde perdenin arka tarafı var. Erihnâ’nın aslında göründüğü ile saklamak istediği yönünü konu ediniyor kitap.
Okuyucu kitabı okurken kâh gülecek kâh ağlayacak kâh şaşıracak. Ve temel olarak kitapta vermek istediğim mesaj: Umut. “Umut her zaman vardır.”
Şimdi kitabımdan bir kesit sunmak istiyorum:
“Şimdi bu neyin ağlayıp sızlanışıydı böyle? Ya bu yorgun kollar arasındaki beyaz meftun, o da kimin nesiydi? Yağmur tüm şiddetiyle üzerlerine yağıyordu. Kefenden sular sızıyordu. Mezarda sular birikmişti. Acaba göl mü sanmıştı kendini? Neydi göğün bu feryadı? Evladını yitiren ana mıydı, sevdasını askere yollayan sıla mıydı? Tıpkı annesine ağladığı gibi ağlıyordu gökyüzü. Eller, toprak taşıyordu mezara. Her dosttan bir avuç toprak… Sevenlerin elleriyle kapanıyordu o çukur. İki mezar taşı… Biri baş diğeri ayakucuna… Çiçekler bırakılıyordu başucuna. Dualar dökülüyordu üstüne. Fırtına birazdan susup kalacaktı öylece. Sonra gök susuyor. Rüzgârın titrettiği yapraklar ve sekip duran tüm kuşlar bir bir susuyor. Sadece babasının ayak sesleri duyuluyor. Elinde sımsıkı tuttuğu bir fotoğraf, öpüyor ve usulca mezarın başucuna, çiçeklerin arasına bırakıyor. Uzun, sarı saçları olan güzel bir kız var fotoğrafta. Gözleri koyu mavi olan bir kız… Yaklaşıyor ve toprağa dokunuyor. ‘Öldüm mü?’ diye soruyor kendi kendine. Garipsemiyor bunu fakat bir kez daha sormaktan alamıyor kendini. ‘Öldüm mü yani?’
Bizlere son eserinizden bahseder misiniz?
Elbette. Öncelikle başlığına dikkat çekmek istiyorum. ‘Sesimi duyan var mı!’ Fark edildiği gibi bir soru işaretinden ziyade bir ünlem işareti var. Çünkü bu bir soru cümlesi değil. Bir çığlık, bir haykırış, bir yaşama tutunma cümlesi…
Ne yazık ki 6 Şubat depremlerini, o felaket günleri yaşadık. Saniyeler içerisinde binlerce vatandaşımızı önce soğuk, buz gibi betonlara sonra da toprağa gömdüm. Giden binlerce hikâye var. Milyonlarca anılar ölüp gitti beraberinde. O acıları bir ömür boyu yaşamaya, hatırda tutmaya borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Hatırlamalıyız çünkü yaşayanların buna ihtiyacı var. Bir sonraki felakette ölmemek için. Bunlara engel olabilmek için… Ahlakımızı sorgulamak için…
Hatırlamak için ise ne gerekiyorsa onu yapmamız gerektiğine inanıyorum. Bu yalnızca sosyal medya platformlarında ya da TV kanallarının arşivlerinde kalmamalı. Kitapları, şiirleri, türküleri yapılmalı-yazılmalı.
6 Şubat depreminde, doğup büyüdüğüm evi kaybetmiş biri olarak bu kitabı yazma hakkı buldum kendimde. Bana bağışlanan yeteneğin daha fazla işe yaradığını görmek kendimi daha iyi sağlayacaktı çünkü.
Kitabın içeriğinden bahsedecek olursam eğer: Kurguya dayalı; felaketin genelini, acının bütününü konu ediniyor.
Okuyucular, kitapta iki farklı karakter ile karşılaşacaklar. Bir karakter hep aynı kalırken diğer karakter ise sürekli değişecek. Değişmeyen karakter hayatı temsil ederken, değişen karakter ise vefat eden vatandaşlarımızı temsil ediyor olacak. Konu işleniş yönünden biraz farklı ve bende gidenleri unutmamak adına böyle bir yöntem seçtim.
Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum ki bu kitabın tüm geliri, depremzede çocukların eğitimine harcanacak. Hepimizin başı sağolsun. Rabbim bir daha böyle bir felaketle imtihan etmesin bizleri. (Amin.)
Kitaptan kısa bir kesit:
“Ruhumu gelip sormayın bana. Ben iyi değilim. Bedenimi sormayın! Daha bulamadınız mı diye sorabilirim size. Belki her parçam bir yerlerdedir. Yağmurlar yağınca göl birikintilerinde kanımı göreceksiniz. O birikintilerde fasulyeler, nohutlar filizlenirse şaşırmayın. Mutfağımdaki erzaktır onlar. Ancak neden akşam sofrasında olması gereken erzağım kanımın içinde yeşeriyor, işte buna ömür boyu şaşırın!”
Kitap kapaklarınızın basit çizimler olduklarını görüyoruz. Neler söylemek istersiniz bu konuda?
Açıkçası özellikle Sesimi Duyan Var Mı! Eserimi ilk görenler bir çocuk kitabı olduğunu düşünüyorlar. Fakat kitap kapağına odaklanıp incelediklerinde depremin o en acı tablosunu nasıl da gözler önüne serdiğini göreceklerdir.
Kitap kapaklarımı kendim tasarlıyorum ancak resim yapma yeteneğim olmadığından ötürü onu başkalarına çizdiriyorum. Mesela ilk kitabımın kapağını yazar arkadaşım Nisa Eser’in ablası Nazife Parlak çizmişti. İkinci kitabım ise öğrencilerim, Ayşe ve Meryem beraber çizmişlerdi. Özellikle Ayşe’nin emeği çok büyük.
Neden böyle bir tercihte bulunuyorum? Ressam olmayı çok isterdim fakat söylediğim gibi o konuda yeteneğim yok ancak tasarlama konusunda çok iyi olduğumu düşünüyorum. Sanatı içinizde tutamıyorsunuz. Onu bir şekilde dışarıya aktarma ihtiyacı duyuyor insan. Ve bende birebir olmasa dahi benzer şekilde içimde tasarladığım o resimleri kitap kapaklarım yoluyla dışarıya aktarmak istedim.
Ayrıca kitaplarımın farklı ve daha özel olmalarını istiyorum. Bundan sonraki basılacak tüm kitaplarımda bu yolu takip edeceğim. İstiyorum ki okuyucu kitabın üstündeki ismi daha görmeden bu Zerya’nin kitabı diyebilsin.
Bir roman ve bir hikâye kitabı yazdığınızı görüyoruz. Şiir de yazıyor musunuz?
Açıkçası şiir konusunda çok başarılı olduğumu söyleyemem fakat yazıyorum. Derleme aşamasında olan bir çok şiirim var lakin kalemim, hikâyeden de ziyade hep romana kayıyor. Şiir yazma ve düzenlemeyle pek ilgilenmek istemiyor gibi hissediyorum. Veya belirli bir zamanını bekliyor gibiyim. Emin değilim. Tabi Allah sağlıklı bir ömür verirse ileride şiir kitaplarım da olacak.
Yeni kitaplar, projeler var mı?
Bastırma konusunda yok ki, Sesimi Duyan Var Mı! eserim daha yeni basıldı. Tabi yazma süreci artık ekmek – su ihtiyacı gibi. Yazmadığınız vakit içinizi kemiriyor. Ve şu an ya da şöyle söyleyeyim yazarlığa adım attığımdan bu yana, aynı anda bir kaç eserle uğraşıyorum. Birinden sıkılınca ötekine geçiriyorum. Böylelikle eserlerimi uzun süre demlemeye bırakarak geri dönüşte hatalarımı daha net görebilmemi sağlıyor.
Kitaplarınızın beyaz perdeye ya da TV ekranlarına uyarlanmasını ister misiniz?
Elbette muhtemelen her yazar adayı bunu ister fakat senarist ve yönetmenlerin esere sadık kalmaları şartıyla. Elbette kitabın tamamı aynı şekilde ekrana yansıtılamaz. Bu zaman acısından dahi ekonomik olmaz ancak bir çok klâsik kitapların nasılda mükemmel şekilde TV’ye aktarıldığını görüyoruz. Dediğim gibi kitaba sadık kalınacaksa neden olmasın.
Güzel ve keyifli bir sohbetti. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey, takipçilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Hz. Osman’a ait olduğu düşünülen, çok sevdiğim bir söz vardır: Allah nasip ettirmeyeceği şeyi hayal ettirmez. Ben okuyucularıma şunu söylemek istiyorum: Büyük, çok büyük hatta imkânsız denilebilecek kadar büyük hayaller kurun. Büyük hayaller, büyük dünyalar demektir. Düşünebildiysek gerçekleştirmek de imkânsız olmayacaktır. Yeter ki umudumuzu ve çabamızı bırakmayalım. Olurda gerçekleştiremezsek bile en azından dünyamız büyük kalmış olur.
Vakit ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.
Ben teşekkür ediyorum. Sağlıcakla kalın.
bsr recyclinghof berlin a rel="dofollow" href="https://www.vurgec.com/kategori/canta" title="Çanta">Çanta Çanta aksesuarlar Bebek bakım çantası Spor çanta Okul çantası Laptop çantası Portföy çanta Bel çantası Postacı çantası El çantası Sırt çanta Bebek bakım çantası Omuz çantası
Fatime hanım sizi yakından takip ediyorum ama hayat öykünüz ve kitaplarınız hakkında o kadar güzel bir yazı yazmışsınız ki çok etkilendim. İlk kitabınızı okudum:)bu yazıdan sonra ikinci kitabınızı okumaya başlayacağım.