Ayakkabı Bot ve çizme Günlük ayakkabı Bot ayakkabı modelleri Çizme ayakkabı Terlik ayakkabı Sandalet Babet Spor ayakkabı Topuklu ayakkabı İç giyim Mayo Çorap Fantezi giyim İç çamaşır takımları Sütyen Gecelik Pijama takımı Gece elbisesi Plaj giyim Giyim Büyük beden Tesettür Etek Trenckot tarz eşofman takımları bayan Mont Gömlek Pantolon T-shirt Sweatshirt Kırmızı elbiseler Ceket Çanta Çanta aksesuarlar Bebek bakım çantası Spor çanta Okul çantası Laptop çantası Portföy çanta Bel çantası Postacı çantası El çantası Sırt çanta Bebek bakım çantası Omuz çantası Atlet Külot Jartiyer Tanga Jüpon Body Büstiyer
Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Geçmişe uzanan 20 yıllık siyasi, sosyal, kültürel ve kentleşme kültürümüze yönelik araştırmalarımı özel blogumda yayınlamaya başladım ve bu yönlü çalışmalarımı ilerleyen yıllarda yerel gazetelerde ve kendi gazetemde de okurlarım ya da takipçilerimle buluşturdum. Ve bu yönlü güncel çalışmalarımı, araştırmalarımı yine gazete ve çeşitli sosyal medya platformlarında yayımlamaya, paylaşmaya davam ediyorum.
Kapadokya Post’un öyküsünden bahseder misiniz?
Kapadokya post, yerelde ve yurt genelinde siyasi, kültürel ve kentleşmeye yönelik yayın yapmak amaçlı bir sosyal medya platformunda haber yayımı yapmak amaçlıdır.
Kapadokya Post, sivil koordinasyon, lobi ve sivil Toplum Örgütlenmesinin toplumumuzda yaygınlaşması amaçlı yayın ve paylaşımlar da yapmaktadır. Diğer yanda Türkiye’nin gündemini meşgul eden politikaları tanımlayıp, sorunların çözümüne yönelik saptamaları Kapadokya Post sayfamızda makale yazarak yayınlamaktayım.
Tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Toplumda estetik ve tasarım kaygısı olan bir algının oluşması, bu yönlü çevresel yapı, mimari görsellikten yana bir tutum sergilenmesinden yanayım. Bununla birlikte insanların nasıl ki kişisel zevkleri olduğu gibi, toplumlarında zevkleri olmalı, bu yönlü hoşnutlukları karşılanmalı. Çevre bilincinin toplumda gelişip kalıcı kültüre bir kült oluşturulmasına yönelik çalışmalar önceliğimiz olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü, medeni toplum olmanın, uygarlık geliştirmenin ve bunun sürdürülebilir olmasının olmazsa olmazı çevre bilincinden geçmektedir.
Çevre nedir?
Çevre denilince aklımıza yeşil, ağaç ve park bahçe gelmemelidir, zaten onlar çevrenin doğal yaratılışında olan şeyler. Biz toplum olarak onları yok ediyor, bozuyoruz.
Asıl çevre, kentlerin planlanmasıdır. Bir kentin alt yapısını planlamadan, üst yapısını planlayamazsınız. Eğer bir yerleşkede alt yapı planlanmadan üst yapıları planlıyorsanız! Araziyi imara açıp parselasyon çalışmasını yaptıktan sonra müteahhitlere inşaat izini, ruhsatı veriyorsanız ki, böyle de oluyor. Siz gecekondu değil, kent diye malzemesi demir ve betondan oluşan çadır kent/yerleşke kuruyorsunuz demektir.
Önce alt yapı, drenaj, elektrik, Telekom, kanalizasyon, Raylı sistem ve köprülü kavşak gibi daha birçok yaşanılır kent inşa etmenin asgari alt yapı planlamasını yapmak durumundasınız. Yoksa gördüğümüz düz tarım arazisini imara açıp kentin konut talebini karşılamak amaçlı inşat izni vermeniz bu mantaliteyle kentinizi sınırsız genişletiyor olmanız kentleşmek, şehirleşmek değildir, olamazda.
Yani kısaca tarzım her alanda çağdaşlıktan yana kararlı, sürdürülebilir bir ilkeli, kararlı duruş, politika yanlısıyım.
Sizce kentlerimizin yapısal sorunları için yazmanın en güzel ve en zor tarafları neler?
Zor tarafı, kent ya da devlet otoritesine, yöneticisine derdinizi, talebinizi anlatıp ifade edebilmeniz hatta yazabilmeniz!
Bir sistem oluşmuş, yöneten Başkan ya da siyasi bürokratın, sisteme entegre ettiği bir lokomotifi var ve onun arkasına bağladığı onlarca hizmet vagonları. Siz, Başkan’ın karşısına geçip ya da bu yönlü alanda ilgilinin yanına vaıp; ya da bu yönlü bir makale yazarak; bakın burada böyle birşey var, bu işin doğrusu böyle olmalı diyor, diyecek oluyorsunuz, doğru mu?
Sisteme dahil olan kurumun Lokomotifi saatte 120 km hızla seyrediyor ve siz onun önüne geçip makas attırmak istiyorsunuz, sizin durumunuz bu. Ne kadar zor, ne kadar keyifli siz karar verin.
Ama, insan yaptığı iş doğruysa işin doğruluğuna, bilimselliğine inanırsa.
Tren, isterse 200 km hızla yol alıyor olsun, isterse tüm Türkiye size inanmasın ya da kulak vermesin. Siz bir yerlere, doğru bir şeyler yazıyor, konuşuyor ifade ediyorsanız illa birileri onu okuyor, okuyacak, anlayacak ve işte o zaman sizin fikirleriniz, tanımlarınız geri döndürülemez bir ivme, güç kazanacaktır; öyle de oluyor, illa benim ifade ettiğim şeyler anlamında demiyorum, bu genele yönelik bir algı, tanım.
Yazım sürecinde masanızdan neler eksik olmuyor? Sizi besleyen ilham kaynaklarınız nelerdir? Dijital gazeteler hakkında neler düşünüyorsunuz?
Masamda insanımızın doğrudan yaşadıkları, karşılaştıkları güçlüklerin hikayesi, hep canlı oluyor. İnsanımızdan besleniyorum, güncel ve geçmişten gelen yaşanılmışlıklardan. Sonra Amerikan basınını takip ediyorum, AB ülkelerinde yaşayan insanımız ile görüşüyor o coğrafyadaki güncel gelişmeleri yakından takip ediyorum. Şunları bunları da okudum ben biliyorum anlamında bir şey de söylemek istemiyorum. Hatta bu hususta sokakta, sosyal ortamda dinlediğim insanlarda çoğu zaman kendi bilmişliğime şaşırıyor onlardan çok şey öğreniyor, deneyim kazanıyorum.
Bu hususta beni ayıplamayın çünkü bizim az okumuşumuz, her şeyi bilen ve herkese öğreten olarak bir algı oluşturmuştur. Benimki tam tersi bir şey bilmiyor çok şeyi insanımızdan, ilgili çevreden bilgilenmeye devam ediyorum.
Buna bir örnek;
Atatürk Cumhuriyeti kurmuş, içini dolduracak ama, insan kaynağı, Askerin dışında nerdeyse pek çok alanda insan kaynağı yok, yok, yok.
Üniversite açıyor, Öğretim Görevlisi, Hoca yok, Mühendis yok, Din adamı yok, Öğretmen yok, Hastane açılıyor, doktor, Hoca yok, yani hiçbir şey yok.
Var olan tek şey azim, irade ve kararlılık, hatta o dönemde şu güncel süreçte hiç olmayan koordinasyon var. Atatürk çevresindeki az sayıda insanı sürekli planlanan işlerde görevlendiriyor. Bunu kime anlatacaksınız, okur yazar oranı %2 bile değil. Tabi bu duruma savaşlarında etkisi büyük, zaten Osmanlı’nın nüfusu o dönemde diğer ülkelere göre olması gerekenin çok altında. Çünkü, insanı yaşatamıyorsun, sağlık, savaşlar, beslenme koşulları Anadolu bitap.
Dijital basın yayım dediniz;
Dijital basın yayım her geçen gün kurumsallıktan çıkarak bireyselleşmeye yönelik gelişme göstermekte. Şöyle ki, Kapadokya post bir dijital haber sayfası niteliğinde değil, sosyal medya platformu üzerinde bir haber portalı. Web haber sayfanızın olduğunu düşünün haber sitenizde yayımladığınız her şeyi ama her şeyi sosyal medya platformunda yayımlamak, göstermek, tivit atmak durumunda kalıyorsunuz.
Yani bu alan o kadar çeşitlendi ki sayısız içerik üreticisi var. Dünyanın en tirajlı medya markası da olsanız, illa haber ve yorumlarınızı sosyal medya platformu üzerine koymak, sunmak durumunda kalıyorsunuz.
Bugün devlet başkanları da sosyal medya platformunu kullanmakta ve milyonlarca takipçilere ulaşmaktalar.
Daha önemlisi tüzel ve özel kişilik olarak da eğer sosyal medya platformunda gözükmüyor, yoksanız gerçek yaşamda da pasif durumdasınız. Hangi mevkide ya da ne kalitede iş yapıyorsanız yapın. İlerleyen süreçte dijital basınında tüzel kişilikten daha çok bireyselleşeceğini düşünüyorum. Bakın bugün sosyal medyada milyarlarca takipçisi olan bireysel içerik üreticisi insanlar var ve bunlar pek çok dijital gazeteyle kıyaslanmayacak ileri bir durumda takip edilmekte, yayın yapmaktalar. Devlet başkanları ve diğer ilgili yüksek mevkideki insanlar kamuoyu bilgilendirmelerini bütün dijital ya da yazılı basını yani medyayı sıfırlayarak kendi sosyal medya sayfalarında açıklamalarını yapmakta ve basının her alanı ordan haberi alıp yayın yorum yapmak durumunda kalmaktadır. Keza çoğu meslektaşımız artık yayın, yazı, makale ve yorumlarını yazılı ya da dijital yayın organlarını atlayarak kendi sosyal medya sayfasında yapmakta ve bu durum çok da etkili olmakta.
Sonra insanların her şeye çok hızlı erişim talepleri bu yönlü arzı yükümlü kılmakta. Yani, sosyal ortamda hem sosyalleşiyor diğer yanda da bireyselleşiyoruz ve hızlı bir şekilde. Uzatmayayım bu konu ayrı bir makale konusu.
Tarihi dokular kentin ilk çekirdeğidir. Tarihi dokulara verilen zararları nasıl önleyebiliriz, ne yapmalıyız?
Tarihi dokular ve bu yönlü eserler bir memleket değerinde. Ancak bunların çok büyük bir bölümünü geleceğe taşımak olası gözükmemekte.
Neden derseniz bu yapılar büyük mali kaynak aktarmayı gerektirmekte.
Ne yazık ki Türkiye’nin yerelde ve genel merkezi hükümet bütçesinde bu Tarihi Yapılara kaynak aktarması çok zor gözükmekte. Tarihi ve kültürel yapılarımız gözlerimizin önünde eriyip yitmekte. Tabi bunun yanında sahiplenip restorasyonu yapılıp korunan yapılarımızda var, hepten haksızlık da yapmayalım. Ancak gerçekten bu yapılara sürekli tadilat ve kesintisiz mali kaynak aktarılmak durumundadır.
Sonra, gülmeyelim ağlanacak halimize, yeni dediğimiz yapıları ayakta zor tutuyoruz deprem yıkmadan kentsel dönüşüme sokmamız gerekmekte ancak, kapsamlı bir kentsel dönüşüm gerçekleştirmemiz, bu alan da çok büyük fedakarlıklar gerektirmekte. İyi bir koordinasyon, iyi bir planlama mucize gibi bir şey;
Depremden sonra yeni kentsel kavramlar ortaya çıktı mı?
Depremden sonra ilgili Bakanlık deprem kentlerimizde özel bir imar uygulaması başlattı. Daha çok yatay mimariye yönelik. Ancak, bu imara açılan yeni alanlar yine iki günde işaret edilen konut alanlarına planlanan kent/yerleşke inşa edilmekte.
Yani, alt yapı planlaması yok! önce üst yapıyı yapacak, binaları dikeceksiniz sonra alt yapıyı 50 yıla varan süreçte yerleşkenin alt yapı taleplerini (Yol bile sonradan açılıyor) yerine getirmeye çalışacaksınız.
“Burada şu gözardı edilmemeli, büyük depremde TOKİ binaları yıkılmadı.”
Sorduğunuz sorulara öyle hayran oldum ki, sorular cevaplardan çok daha değerli “Depremden sonrası için yeni kentler kavramı ortaya çıkar mı? ”
Hayır çıkmaz çünkü, biz kent planlamıyoruz, konutları, binaları yeniliyoruz ya da yeni alanda yeni konutlar yapıyoruz. Kent planlamak Türklerin işi değil. Nasıl düne kadar ve bugünde Otomobil, Tank, Uçak yapamıyorduk aynı şey kent planlamak içinde geçerli.
Kentinizi planlayacaksanız Hollandalıların kapısını çalacaksınız. Nasıl bir fabrika kuracak olursanız Alman Mühendisliğine, İtalyan makinacılığına baş vuruyorsanız ki öyle.
Önümüzdeki dönemde kentlerin karşı karşıya kalacağı en büyük tehdit nedir? Neden?
Ciddi bir kent planlaması yapılmadan kentlerimizin sürekli yeni yerleşim alanlarının imara açılması; kentlerin nüfus yoğunluğunu daha da artırmakta olduğu gibi buna bağlı karşılanamaz hizmet eksikliğine de kapı aralamaktadır.
Kentlerimiz her geçen gün yaşanılmaz yerleşkelere dönüşerek kent insanı için zorunlu ikametgahlara evrilmekte. Ulaşım, trafik, araç park sorunu, drenaj yokluğu ve sel baskınları, deprem riski, mali koşullar ve saymakla bitmeyecek olumsuz koşullar insanımızı büyük kentlerden uzaklaşmaya, kaçmaya zorlamakta.
Burada çok daha dikkat çekici bir şey var ki, biz kentlerde kentsel dönüşüm yapmak isterken, diğer yanda, yaşanılmaz yaptığımız şehirlerde insanımız kaçmak için fırsat kolluyor. Ben bu duruma bizzat tanık oluyorum. İş yaşamından emekli olan on binlerce insan, aile taşraya göçüyor. Sonra büyük kentlerdeki fabrikalar taşraya, küçük Anadolu kentlerine taşınıyor. Aslında büyük kentlerimizde insanımızı taşraya göçü kolaylaştıracak, taşrada yeni yerleşim planları geliştirmek gerekmektedir.
Kentsel dönüşüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kentsel dönüşümü partiler üstü bir politika olarak görmek gerekir. Ancak, kentsel dönüşüm bir tek ilgili Bakanlığın ya da belediyelerin tek başına gerçekleştirecekleri bir proje, planlama değil. Milli bir politika; Özellikle büyük kentlerimizde bu yapısal dönüşümü yapmak büyük bir koordinasyonu gerektirmektedir. Hatta bu kentsel dönüşüm Türkiye genelinde kapsamlı bir şekilde başlamış da değil. Küçükte olsa pilot uygulamalar var. Zaten şuan Hükümet deprem bölgesinin talebi olan konutları hızlı bir şekilde yapıp teslim etmek için büyük çaba harcıyor, bunu da görüp takdir etmek gerekir.
Yalnız 2024 yerel seçimlerinin arifesinde kentsel dönüşüm için adayların vaatleri havada uçuyor, 500 bin 600 bin konut dönüştürmek, yapmak gibi. Sonra değerli arkadaşlarım; Şunu yapalım, bunu yapacağız demek bunlar boş şeyler. Her şeyden, hepsinden önce ülkede bir şeyler yapmak için siyasi istikrarın kalıcı ve sürdürülebilir olması değiştirilemez ön koşuldur. Bu koşul uzun vadeli planlamadan, ülke için geliştirdiğiniz yapmayı planladığınız hiçbir politika sürdürülebilir olmaktan uzaktır.
Kısaca her şeyi anlatmışımdır diye düşünüyorum. Daha değerlisi toplumumuzda, devlet kültürümüzde planlamanın, uzun vadeli proje geliştirmenin;
koordinasyon, organizasyon, sivil koordinasyon, girişimci çevre, lobi, diaspora, entrika, katılımcı sivil toplum, birlikte karar alma, birlikte yönetme, teknik, teknokrat ekip gibi kavramlar henüz tanımlanıp yönetimimizde kendisine alan açmış değil, kısa vadede de bu mümkün gözükmemekte.
Yaparsam ben yaparım, biliyorsam ben biliyorum, ben yaptım oldu gibi ilkel yönetim anlayışı gücünü koruyor. Yerel yönetimler hala encümen ve meclis üyesi olarak yönetime kasap, inşaat boyacısı, emekli, işçi, çiftçi almaya devam ediyor. Hatta kent dışındaki Otobüs şoförünü encümen, Başkan yardımcısı yapan yerel yönetimler var.
Sen 300 metre yüksekliğe yığdığın kum tepesinin kayacağını öngöremiyor ya da ilgili çevrenin uyarısına kulak asmıyorsun, diğer yanda bu durumu denetlemekten de yoksunsun. Görüneni bakıp anlamıyor, öngöremiyorsan güzel insanım, sen görülmeyeni nasıl öngörüp tanımlayıp ona karşı politika geliştireceksin.
Son söz:
Yaşadığımız çağ gelişmeyi, kalkınmayı ve güçlü olmayı geçmişe göre daha zorunlu kılmakta. Eğer bunu toplum, millet olarak başaramazsak ne olur biliyor musunuz?
Sizi ananızdan doğduğunuza pişman ediyorlar, üzerinizde öyle kimyasal, biyolojik silahlar deniyorlar ki hayal dahi edemezsiniz. Bu ve benzeri koşullardan kaynaklı aklımızı başımıza alalım, ben merkezinden çıkıp biz merkezinde güçlerimizi birleştirelim. Ülkemizde siyasi birliğimizi sağlayalım. Bakın yukarıda Atatürk ve kuruluş döneminden bir şey yazdım insan kaynağı yok, yok dedim. Ama şimdi öyle değil insan kaynağımız gerektiğinden fazla. Tek eksiğimiz kentlerimizin, ulusumuzun öncelikli politikalarını belirlemek ve bunlar üzerinden uzun vadeli planlar yaparak bir koordinasyon içinde kesin çözüme kavuşturmak için proje geliştirmek gerekmektedir.
Hepsi bu! İnsan kaynağımız var.
İster bütün gücünle, varlığınla, aklınla buna sarılırsın; yok dersen, akıbet Allah korusun hayır değil. Sırtlanlar sınırdan içeri girmek için fırsat kolluyor. Kum tepesini göremediğin gibi senin bunu da göremeyeceğin aşikar.
Değerli vaktinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Sevgiyle kalın…
1964 yılında Nevşehir’in Gülşehir İlçesinde doğdu. 1982 yılında Gülşehir Lisesi”nden mezun olduktan sonra yükseköğrenime devam etmedi. Girişimciliğe yönelerek Antalya’da ticaret yaparak iş hayatına başladı.
Evli ve iki çocuk babasıdır.
Kişisel araştırmalarını yazıma dönüştürerek yazım hayatına anatoliaibrahim.blogspot.com sitesinde denemeler yazarak başladı.
Yerel gazetelerde köşe yazarlığı yaptı.
Turizm ve Kültürel Varlıkları Derneği, Vakıf hizmetleri, Spor Kulübü gibi Sivil Toplum Örgütleri’nin yönetiminde yer aldı. Bir dönem Amerikan Basınını takip ederek Amerikan ekolünü anlamaya çalıştı.
Özgür blog yazarı.
Kapadokya post köşe yazarı, çeşitli medya ve sosyal platformlarda Türkiye’nin siyasi, sosyal, kültürel gelişimi ve kentleşme gibi konularda araştırmalar yapmakta ve bu yönlü haber, yorum ve makaleler yayımlamaktadır.
bsr recyclinghof berlin a rel="dofollow" href="https://www.vurgec.com/kategori/canta" title="Çanta">Çanta Çanta aksesuarlar Bebek bakım çantası Spor çanta Okul çantası Laptop çantası Portföy çanta Bel çantası Postacı çantası El çantası Sırt çanta Bebek bakım çantası Omuz çantası